Hojytaé [#Anlarken]
Çok beklemediği sıranın sonunda, atıştırmalık ufak bir yemek edinecekti ancak o çoklu alındığında indirim yapılan donut’ların tadını merak etmekten alamıyordu. Buradan alıp çok uzaklara taşımak isteselerde öncesinde test etmeliydi. Alelacele bir kararla kendini bu mall’de buluvermişti.
Kararlarları da haliyle alelacele oluyordu. İki bardak şekerli sudan sonra, iyice keyiflenen midesiyle, kendini evleri çeşitlendiren bir cümbüşün içine bırakıverdi.
Gün içinde çok fazla vakit geçirmediği ‘ev’in, ne kadar küçük, ne kadar büyük; ne kadar dolu, ne kadar sade olabileceği üzerine kafa yorup gülümsedi. Farklı renklerin arasında kaybolurken, kulağında sevdiği bir grubun ritmleri aralıksız dönüyordu. Neye yaratacağını bilmese de, mavi bir kutunun yanına yanaştığında, sarılar içindeki görevli de, baktığı standla ilgilenmeye başlamıştı.
Bulunduğu noktadan, aynı kutuların yeşile ulaşamadığından;
‘’Pardon, yeşil olanını uzatabilir misiniz?’’ dedi. Elindeki mavi kutuyu işaret ederek.
‘’Larisa yeşili. Buyurun!, İndigo Mavisi de çok güzeldir’’
Renk onun için yeşildi. Ancak özelleştirilmişti. Bir ad almış, buna saygı duyulmuştu. Artık o orijin aldığı diğer paydaşlarından farklı olarak anılacaktı. Eline az önce aldığı ‘’Larisa’’dan daha uzun tuttuğu ‘’ İndigo ‘’ ya baktı. Kutunun gözleri olsa, kesinlikle kendisine göz attığını iddia edebilirdi
hatta
‘’Merhaba, ben İndigo. Larisa’dan daha kullanışlıyımdır’’ demiş olabileceğini de. Larisa’nın da buna olası bir tepkideki cevabını tasarlamaya çalışırken, kimbilir tonundan ötürü hangi önada sahip sarılar içindeki kız,
‘’ Ateş Kırmızı olanlar çok tutuluyor, o yüzden elimizde az kaldı’’ dedi ve diğer renkteki kutulara göre daha az sayıdaki kırmızı kutuları işaret etti.
‘’ Teşekkür ederim’’ dedi ve uzaklaşmaya başladı.
Az ilerideki, zaten tasarımcılarının soyadı veya buyurduğu adla anılan bir oda lambasının yanında vedalaştı, ‘’Larisa’’ ve ‘’İndigo’’ ile. Adımlarını hızlandırarak, belli bir kıtadan söküp tekrar bedenlendirilmiş ‘food court’ a girdi. Bir kahve içmek istiyordu. Instant veya Espresso diye ayırmadan. Nasıl telaffuz edeceğini bilmediği bir ada sahip, tereyağlı kurabiye ve boş bardağı ilekasadan geçti. Kahve makinalarına yöneldi. Sıcak su eklemediği salt espresso’suna bakakalan kadınla biraz sohbet etti. Selamlaşmadan ayrıldılar. Bir sonraki gelişinde, başka bir kadına, istediği kahve nasıl alabileceğini gösterdi. İkinci kadının bu mekanı sevmediğini/sevemediğini düşündü.
Kendisinin bilmediği adlarla renklenmiş kutuları satın almadığı gibi.
‘’İnsan bilmediğinden çekinir, bilinmeyeni açıkladıkça kabullenir, kendinleştirir’’ diye geçirdi, içinden. Renkleri, bilmediği-telaffuz edemediği adlara sahip objeleri, ilginç tasarımına rağmen burayı seviyorlardı. Çünkü, az ya da çok kendinleştirirlerdi.
Gülümsedi bir çocukla birlikte, ardından yavaş ve düşünceli adımlarla bu çok düşünceli mekandan ayrıldı.
21 Eylül 2010
(Mortenλoγia di Balsie ‘den alıntılanmıştır.)