bir sonsuz döngüsü
Her sabah, aynadaki yansımasıyla yüzleştiğinde, içindeki boşluk daha da derinleşirdi. Sanki o boşluk, varlığına yapışan görünmez bir gölgeydi. İlerlemeye çalıştıkça, onu geri çeken bir güç gibi her hareketinde biraz daha ağırlaşır, içindeki hiçlik daha da büyürdü. Ama kimse göremiyordu bu gölgeyi, sadece o hissediyordu. Adımlarını takip eden, peşini bırakmayan bu görünmez ağırlık, onunla beraber nefes alıyor, her anında varlığını hatırlatıyordu.
Bir gün, bu boşluk ona bir rüya gibi göründü. Rüyasında kendini sonsuz bir labirentin içinde buldu. Bu labirent, duvarlarında hiçbir iz, işaret ya da yön olmayan, her adımında onu aynı noktaya geri döndüren tuhaf bir yerdi. Her dönüş, her yeni koridor, sadece bir başka yanılsama yaratıyor, ama hiçbir zaman çıkışa götürmüyordu. Zaman burada durmuş gibiydi; adımlarını ne kadar hızlandırsa da, hep aynı noktada kalıyordu. Labirentin duvarları, sanki zihninin derinliklerine kazınmış gibiydi. İçindeki sesler ona farklı yolları işaret ediyor, ama her yol onu tekrar başladığı yere getiriyordu.
Ve bu labirentte, duvarların arasında dolanırken fark etti ki, aslında hiçbir çıkış yoktu. Burası onun zihin haritasının bir yansımasıydı; her koridor, her dönemeç, onun düşüncelerinin kıvrımlarıydı. Bu, kendi bilinçaltının bir oyunuydu. Çıkmak için çabaladıkça, labirentin derinliklerine daha da gömülüyordu. Onu buraya getiren neydi? Ya da bu labirent gerçekten var mıydı? Bu soruların cevapları belirsizdi, tıpkı her şey gibi. Ama bir şey açıktı: Bu yolculuk onun bitmeyen döngüsünün bir parçasıydı.
Zamanla, bu labirentin bir çıkışı olmadığını kabul etti. Duvarlar onun kendi yaratımıydı; her bir taş, onun korkularından ve anılarından örülmüştü. Bir yandan bu durumu kabullenmenin getirdiği bir rahatlama vardı, ama diğer yandan bu kabullenme, yeni bir gerçekliğin kapısını aralıyordu: Çıkış yolu, aslında bu labirentin kendisi olabilirdi. Yani, belki de asıl sır, bu duvarları yıkmaya çalışmaktan değil, onlarla yaşamayı öğrenmekten geçiyordu.
Bir gün, labirentte yürürken duvarların arasında bir ışık gördü. Bu ışık, gerçek bir ışık mıydı yoksa onun zihninin bir oyunu muydu, bunu kestiremiyordu. Ama ne olursa olsun, ona doğru yürüdü. Adımları yavaş, ama kararlıydı. Işık yaklaştıkça, labirent de değişmeye başladı. Duvarlar yavaş yavaş eriyor, yerlerini sonsuz bir boşluğa bırakıyordu. Ve bu boşluk, ona daha önce hiç hissetmediği bir özgürlük duygusu veriyordu.
Ancak boşluk da onu korkutuyordu. Çünkü o, yıllardır bu labirentin korunaklı duvarları arasında yaşıyordu. Şimdi, bu duvarlar olmadan kim olduğunu bilmiyordu. Boşluğa adım atmak, kendi bilinmeyenine doğru bir yolculuk yapmak demekti. Bu, onun için bir riskti, ama aynı zamanda bir fırsattı. Işığa doğru yürüdü ve bir an için, kendini tamamen özgür hissetti. Ama hemen ardından gelen o tanıdık ağırlık, onu tekrar geri çekti. Çünkü boşluk, aynı zamanda bir uçurumdu; ne kadar özgür olursa olsun, o uçurumun derinliklerine düşmekten korkuyordu.
Ve işte bu anda, labirent ona bir kez daha gerçekliğini hatırlattı. Belki de bu yolculuk hiç bitmeyecekti. Ama o, bu sonsuz döngünün içinde kendine bir anlam bulmak zorundaydı. Her adımı, her dönüşü, onu biraz daha kendi içine yaklaştırıyordu. Ve belki de asıl mesele, bu döngüde kaybolmak değil, onun içinde kendini bulmaktı.
19.8.24